Hilye-i Şerif
Tarih boyunca hattatlar, nakkaşlar, müzehhipler, ressamlar, mimarlar ve daha pek çok sanatkâr, güzellikleri gözler önüne serme çabasıyla sanat âlemlerinde birer ışık olma görevi üstlenmiş ve geleceği aydınlatan birer nefer olmuşlardır. Bu bakımdan geleneksel sanatlarımız gerek kültür tarihimizi ilmek ilmek ören kişilikleri gerekse günümüzde yaşayan sanatkârları ile büyük zenginliğe sahiptir.
Pek çok mücevherin bulunduğu kültür hazinemizin zengin alanlarından biri olan hüsn-ü hat sanatımızın en nâdide örneklerini hilye-i şerifler oluşturmaktadır. Hilye, süs ve güzellikler demektir. Hat sanatının inceliği ile işlenen hilyeler, Hz. Peygamber’in görünüşünü, yüce vasıflarını, karakterini, insâni ve ahlâki niteliklerini anlatan manzum veya nesir türünde yazılan metinlerdir. Bu sözlü tasvirler; Hz. Muhammed ile görüşme fırsatı bulamamış kimseler tarafından, Hz. Peygamber’e duydukları özlem ve muhabbetlerini onu görenlerin resim gibi göz önüne gelecek şekilde anlatımlarını dinleyerek gidermişlerdir. Peygamber aşkının ifade edildiği hilyeler, geçmişten bugüne hüsn-ü hat sanatçılarımızın en çok uyguladıkları formlardan biridir. Güzellik yolunda mükemmeli arayan hat sanatının, içeriğiyle de o güzelliği tasvir etmesi, gerçekten durup düşünüldüğünde insanı hayran bırakacak bir inceliğe sahiptir.
Kendi koleksiyonunda İslâm sanatlarından seçkin örnekleri bulunduran Sayın Mehmet Çebi’nin koleksiyonundan seçilmiş olan klasik ve modern tasarımları içeren bir sergi olacaktır.
Ali b. Ebî Tâlib’den (R.A.) [nakledilmiştir]: Hz. Peygamber’i (S.A.S.) vasfettiği zaman şöyle buyurdu. Hz. Peygamber’in boyu ne çok uzun, ne de çok kısaydı, kavminin orta boylusuydu. Saçları ne kıvırcık, ne de düz ve uzundu, dalgalıydı. Yüzü ne aşırı dolgun, ne de yuvarlaktı, hafif değirmi bir çehresi vardı. Pembe beyaz tenli, iri siyah gözlü ve uzun kirpikliydi. Mafsalları iri ve omuzları genişti. Göğsündeki tüyler göbeğine kadar inen ince bir hat teşkil ediyordu. El ve ayak parmakları kalıncaydı. Yürüdüğü zaman sanki hafif bir yokuştan aşağı iner gibi rahat ve kuvvetli adımlarla ilerlerdi. Birine baktığında ona bütün vücuduyla yönelirdi. İki omuzu arasında Nübüvvet Mührü vardı ve kendisi peygamberlerin sonuncusuydu.
Bu metin, Ebû İsa Muhammed et-Tirmizî’nin eş-Şemâilü’n-Nebeviyye ve’l-Hasâilü’l-Mustafaviyye başlıklı eserinde bulunan, Hz. Ali’nin Peygamber’i tarifidir.
Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
Kim benden sonra hilyemi görürse beni görmüş gibidir. Ve kim bana şevkle bağlanırsa Allah ona [cehennem] ateşi[ni] haram eder, ve o kişi kabir azabından emin olur ve mahşer gününde üryan olarak haşredilmez.
Hakşnî’nin bu hadîse ilişkin mısraları şöyledir:
Bu hadîs içre budur kavl-i ehemm
Ya‘ni Allahü Teâlâ â‘lemNîce pâkize sühandan sonra
Fahr-ı ‘âlem didi benden sonraHilye-i pâkimi kim görse benim
Ola görmüş gibi vech-i hasenimGördüğince müteşevvik olsa
Hâsılı hüsnime ‘âşık olsaArzû itse yüzüm görmeğe ol
Kalbine neşve-i Hakk itse hulûlÂteş-i düzeh olur ana harâm
Eyler ikrâm ile fırdevse hırâmFitne-i kabrden ol merd-i Hüdâ
Yevm-i Mîzân’a dek emn üzre olaDahi haşr etmiye üryân anı Hakk
Ola gufrânına Hakk’ın mülhakAnı hırz eylese bir ehl-i sefer
Zarar irmez ana der PeygamberBu rivâyât-i kesîrü’l-berekât
Böyle nakl oldu Ali’den bizzat
Bu sergide yer alan Hilyelerin birçoğu da alışılmış tertiplerden farklıdır. Mehmet Çebi’nin himayesi ve yüreklendirmesiyle gerek Türkiye’den, gerekse başka İslâm ülkelerinden hattatlar bunlarda noktalı meşk, yazı-resim, kırk bir kere maşa’Allah, Esmâ‑i Hüsnâ, gibi unsurlar, sülüs, makılî ve celî dîvânî gibi alışılmamış yazılar kullanmışlar, daha önce denenmeyen yazılı fonlar üzerine bugüne kadar ulaşılamayan ebadlarda orijinal hilyeler ortaya koymuşlardır.
Çebi’ye göre bu eserlerin belirleyici özelliği, klâsik tarzdan uzaklaşmayan ögeleri çağdaş kompozisyonlar içinde sunarak san’atçılara yeni kapılar açmalarıdır. Gerçekten de burada sergilenen Hilyeler, Hâfız Osman Efendi’ninkilerle aynı metni paylaşmakla birlikte bazıları görünüş olarak onlardan hayli farklıdır.